ORSAM Kuzey Afrika Çalışmaları Uzmanı Fuat Emir Şefkatli, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Trablus ziyareti sonrası Türkiye-Libya ilişkilerindeki gelişmeleri AA Analiz için kaleme aldı.
***
42 yıllık Muammer Kaddafi rejiminin halk ayaklanması ve NATO operasyonlarıyla devrildiği 2011 yılından itibaren istikrar ve uzlaşı arayışında olan Libya, yaklaşık 13 yıldır farklı güç, çıkar ve ideolojik mücadelelerin merkezindedir. Özellikle 2019 yılında patlak veren iç savaş, ülkenin doğu ve batısını siyasi ve askeri kutuplaşmaya sürükleyerek dönem içinde kurulan siyasi yapıları toplumsal mutabakattan uzak, rakip klikler arası güç paylaşımına dayalı yapılar haline getirdi. Bu durum, kaos ortamından faydalanarak belli imtiyazlar kazanan silahlı milis grupların aynı zamanda siyasi birer aktöre dönüşmelerine zemin hazırladığı gibi halk tabanlı demokrasi denemelerini de akamete uğrattı. Son olarak 2021 yılının aralık ayında yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iptal edilmesi, görece istikrarlı geçen 1,5 yılın ardından yeniden siyasi ve askeri rekabet ortamını tetikledi. Ülkenin doğusunda faaliyet gösteren parlamento ve doğudaki milis güçlerin lideri Halife Hafter’in girişimleriyle eski İçişleri Bakanı Fethi Başağa liderliğinde bir paralel hükümet kuruldu. Bu gelişme, belli aralıklarla başkent Trablus ve çevresinde meydana gelen çatışmaların itici gücü oldu. Oluşan tablo, ertelenen 2021 Aralık seçimlerinin yeniden planlanma girişimlerini de aksattı.
Libya için aktif diplomasi ve dengeli politika
7 Şubat tarihinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın beraberindeki heyet ile birlikte resmi temaslarda bulunmak üzere Libya’ya düzenlediği ziyaret, son dönem Türkiye-Libya ilişkilerini anlamada oldukça önemlidir. Bakan Fidan, ziyaret kapsamında Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe başta olmak üzere Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Muhammed Miftah Takala, Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Başkan Yardımcısı Abdullah el-Lafi ve Libya Merkez Bankası Başkanı Sıddık el-Kebir ile bir araya geldi. Bakan Fidan’ın Dibeybe ziyaretinin öne çıkan başlıkları, iki ülke arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkilerin yanı sıra Gazze konusu ve Libya’da devam eden ulusal uzlaşı süreci oldu. Öyle ki Bakan Fidan’ın ziyareti, geçtiğimiz ay Trablus Temyiz Mahkemesinin Ekim 2022 tarihli hidrokarbon anlaşmasının askıya alındığını duyurmasından 1 ay sonra gerçekleşti. Hiç şüphesiz bu karar, Türkiye’ye mesafeli olan grupların ilerleyen süreçte yönetimi ele alması durumunda anlaşmanın ve doğal hakların tehdit altında olacağı anlamına geliyor.
Bununla beraber Bakan Fidan, Libya ziyaretinden önceki durağı olan Malta’da Malta Dışişleri, Avrupa İşleri ve Ticaret Bakanı Ian Borg ile yaptığı ortak basın açıklamasında, Ankara’nın Libya’nın doğusundaki Bingazi kentinde bulunan konsolosluğu yeniden açmaya karar verdiğini ifade etti. Bir süredir gündemde olan bu konu, seçim belirsizliğinin yaşandığı ve Doğu-Batı rekabetinin yeniden tetiklendiği bir dönemde geldi. Bir başka deyişle bu adım, Türkiye’nin yeni dönemde Batı'da olduğu gibi Doğu'daki resmi aktörlerle müzakereleri artıracağına işaret ediyor. Bilhassa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Şubat’ta planladığı Mısır ziyareti ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile yapacağı görüşmeler, Libya’dan bağımsız değerlendirilmemesi gereken bir konudur. 2014 sonrası doğudaki parlamento ile güçlü ilişkiler geliştiren Mısır ile Türkiye’nin Libya özelinde ortak paydada buluşması, siyasi krize olumlu yönde etki edebilir. Ayrıca Bingazi Konsolosluğunun yeniden açılması, Doğu ile başlayan normalleşme sürecinin yeniden gündeme alındığını gösteriyor. Bu yaklaşım, Türkiye’nin Libya’nın doğu ve batısı arasında devam eden örtülü rekabetten, rakip gruplar arası çatışmalardan ve uzlaşı sürecinin akamete uğramasından duyduğu rahatsızlığı açıklıyor. Öyle ki Türkiye’nin ülkenin batısındaki askeri varlığı, küçük çaplı çatışmaların daha büyük ölçekte topyekun savaşa dönüşmesinin önündeki caydırıcı unsurların başında geliyor.
Öte yandan Bingazi’de açılması planlanan konsolosluk, 2021 yılında ülkenin doğusundaki parlamento ile başlatılan diplomatik açılım ile birlikte doğuda Türkiye’ye karşı oluşturulmaya çalışılan olumsuz anlatının engellenmesine yardımcı olabilir. Bu tutumun Türkiye’yi başta güvenlik sektörü reformu olmak üzere Libya’nın yeniden inşası ve kurumların birleştirilmesi noktasında kritik bir aktör konumuna getireceği söylenebilir. Örneğin birleşik orduya geçişte, milis grupların silahsızlandırılmasında, terhis ve yeniden entegrasyon programları kapsamında Türkiye’nin gelecekte kilit roller üstlenmesi beklenebilir. Son dönemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Almanya ve Mısır’ın bu alanda girişimleri olsa da bu çabaların etkili olabilmesi adına Libya’nın ulusal hedefleri ve önceliklerinin göz önüne alınması gerekiyor. Bölgedeki varlığı, askeri kapasitesi ve geçmiş tecrübeleri açısından Türkiye’nin en samimi aktör olarak öne çıktığı söylenebilir.
Mavi Vatan doktrini
Türkiye’nin Libya’daki istikrar arayışının bir başka boyutu, Doğu Akdeniz’deki milli çıkar ve dengelerin korunması ile ilişkilendirilebilir. Bu bağlamda Mavi Vatan doktrini kapsamında uygulamaya alınan politikalar, yakın geçmişte Türkiye’nin Libya’daki siyasi sürece dahil olmasını bir gereklilik haline getirdi. Özellikle 2019 yılında Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması ve Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması, Libya’daki olası darbe ihtimalini rafa kaldırdı ve uluslararası hukuk tarafından Türkiye’ye tanınan doğal haklara ulaşılmasında önemli birer araç oldu. İki ülke arasında Doğu Akdeniz’de çizilen deniz sınırlarının Birleşmiş Milletler (BM) tarafından onaylanması Türkiye’ye Akdeniz jeopolitiğinde söz sahipliği verirken, Türkiye’yi dışarıda bırakmayı hedefleyen enerji denklemlerini boşa çıkardı. Akabinde Ekim 2022’de imzalanan Türkiye-Libya hidrokarbon anlaşması ise 2019 yılında imzalanan anlaşmanın bir nüvesi olarak iki Akdeniz ülkesi arasındaki enerji işbirliklerinin gelişmesine zemin hazırladı. Bu anlaşmaya karşı Libya içinden ve dışından yükselen çatlak seslere karşı Türkiye’nin yürüttüğü aktif diplomasi trafiği ve farklı yerel aktörlerle kurduğu diyalog mekanizmaları, siyasi eğilimlerin potansiyel ortaklıkların önüne geçmesini engelledi.
[Fuat Emir Şefkatli, ORSAM Kuzey Afrika Çalışmaları Uzmanıdır.]