Avustralya Sydney Üniversitesi ve Norveç Arktik Üniversitesi’nden bilim insanlarının ortak çalışmasıyla, yenilebilir insülin geliştirildi. Nature Nanotechnology dergisinde yayımlanan araştırmayla, kapsül formunda ya da “bir parça çikolatanın” içine yerleştirerek vücuda insülin almak mümkün olabilir.
Yaşanan gelişmeyi “Sevindiren haber” başlığı ile köşesine taşıyan Hürriyet gazetesi yazarı Osman Müftüoğlu, “Teknoloji ve biyolojideki baş döndürücü gelişmeler sağlık alanında da olumlu yeniliklere kapı açıyor.” ifadelerini kullandı.
Osman Müftüoğlu’nun yazısı şöyle:
“Örneğin “biyoteknoloji” ve “nanoteknoloji” birleştirilince şeker hastaları, özellikle Tip 1 diyabetliler için muazzam bir umuda ve rahatlığa ve de mutluluğa dönüşebiliyor.
Bilindiği gibi dünyada milyonlarca şeker hastası var ve bunların önemli bir bölümü insülin iğneleri kullanarak sağlıklarını koruyabiliyor. Norveç ve Avustralyalı bilim insanları tarafında yürütülen ortak çalışmanın sonuçları ise bize yeni ve farklı ufuklar açabilecek gibi gözüküyor: Görünen o ki bir parça çikolatanın içerisine nanoteknoloji sayesinde yerleştirilebilecek insülin molekülleri ile kan şekerini ayarlama çözümünü insülin iğnelerinden çikolata tabletlerine taşıyabileceğiz.
Bu önemli ve yeni çalışmanın sonuçlarına bakılırsa “kapsül formunda ya da küçük bir parça çikolatanın içine yerleştirilerek vücuda insülin kazandırmak” mümkün olabilecek. Umalım ki sonraki çalışmalar da bu olumlu ilk verileri desteklesin, insülin iğnelerinin yerini çikolata tadında tabletler ya da kapsüller alsın.
İNSÜLİN NEDİR NE YAPAR
İnsülin pankreasın salgıladığı yaşamsal bir hormon. Sağlığımız için “olmazsa olmaz” moleküllerden biri. Ama bilelim ki insülin için de “azı da çoğu da zarar verir” kuralı geçerlidir. Kan şekeri dengemizin ayarlanmasında önemli görevler üstlenen “bu yaşamsal ve olmazsa olmaz!” maddenin üretimi şu veya bu nedenle durduğunda yani “mutlak bir insülin yoksunluğu” söz konusu olduğunda TİP 1 DİYABET (ÇOCUKLUK ÇAĞI DİYABETİ), aşırı miktarda üretildiğinde ise neticesi TİP 2 DİYABET (ERİŞKİN DİYABETİ) olabilen bir dizi sağlık sorunu devreye giriyor. Tekrar hatırlatayım bugün yaşadığımız ve önemli bir sağlık tehdidi olarak karşımızda duran “DİYABET PATLAMASI”nın esas nedenin Tip 1 diyabetten çok Tip 2 diyabet olduğu biliniyor. Eğer bu salgının kontrol altına alınması hedefleniyorsa işte bu nedenle öncelikli amaç, birinci adım, yoğunlaşılması gereken temel konu “insülin fazlalığı/hiperinsülinemi” ve bunun beklenen neticesi “insülin direnci” sorunu olarak karşımızda duruyor. Özetlemek gerekirse etkili ve kalıcı bir başarı için “hiperinsülineminin sebep, Tip 2 diyabetin sonuç” olduğunu bilmemiz vazgeçilmez bir ön şart. Kısacası insülinin azı da çoğu da zarar.
KAHVALTIDA YULAFI DENEDİNİZ Mİ
Kahvaltı planlarınızı yaparken bazen rutinin dışına çıkıp yulafa da yer açmanızda fayda var. “Neden yulaf?” sorusunun yanıtlarına gelince...
BİR: Çünkü yulaf düşük kalorilidir. Yarım su bardağı yulaf sadece 100-150 kalori içerir.
İKİ: Çünkü yulaf posa zenginidir. Yüksek miktarda çözünebilen lif içeriğine sahiptir. Bağırsak biyolojik sistemini düzenler.
ÜÇ: Çünkü yulaf kilo dengeleyicisidir. Tok tutucu ve bağırsak dostu özelliği ile kilo kontrolüne yardımcı olur.
DÖRT: Çünkü yulaf bağışıklığınızı destekler. İçerisindeki “beta glukan” sayesinde bakterilere karşı vücudu koruyan beyaz kan hücrelerini aktif hale getirerek bağışıklık sistemini destekler.
BEŞ: Çünkü yulaf şekeri dengeler. Glisemik indeksi düşük bir besin olduğundan kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olur.
HİPOGLİSEMİ NE ZAMAN TEHLİKELİ
Hipoglisemi “kan şekerinin düşmesi” anlamına geliyor. Aslında kanımızdaki şeker seviyeleri de tıpkı kan basıncı seviyelerimiz gibi sabit bir rakamda çakılı kalmıyor. Biyolojik ihtiyaçlarımıza, açlık tokluk durumumuza, yiyeceklerle kazandığımız kalori miktarına, hareketli ya da tembel biri olup olmadığımıza göre değişebiliyor. Örneğin yemeklerden sonra 150’li rakamları geçerken 1-2 saat sonra yeniden 100’lü rakamların altına iniyor, eğer bu arada yeniden bir şeyler yiyip içmediysek son yediğimiz yemekten sonraki 5-8 saat arasında 80-90 mg/dl arasında gidip geliyor, bu rakam 70’lerin altına düşecek hele hele 50’li rakamların altına düşecek olursa biyolojimiz bunu tolere edemiyor ve HİPOGLİSEMİ olarak tanımlanan süreç ve işaretler devreye giriyor. Hipoglisemiden en çok etkilenen organımız ise beynimiz. Nedeni beyin dokusunun ağırlığına oranla çok fazla şeker tüketmesin. Kazandığımız günlük şeker miktarının neredeyse 4’te 1’ini, vücut ağırlığımızın yüzde 2-3 kadarını oluşturan beynimiz kullanıyor. Ayrıca beynin tek enerji kaynağının şeker olması da onu hipoglisemiye hassas hale getiren bir faktör. Diğer taraftan her insan farklıdır, biriciktir, metabolizması değişiktir. Kimi insan şekeri daha 80’lerin altına iner inmez şiddetli tepkiler verir, kimi de kan şekeri 60’lı hatta 50’li rakamları gördüğünde bile “bana mısın” diyemeyebilir, tepki vermeyebilir. Ayrıca şekerin “düşme sürati” de çok önemlidir. Düşme ne kadar hızlıysa belirtiler o kadar şiddetlidir. Ama bilelim ki 50’li rakamlara kadar inen ve bu inişi çok hızlı gerçekleştiren kan şekeri düşmeleri herkes için her zaman önemlidir.”