Elazığ, Tunceli, Bingöl yöresinde öğretmenlik yaparken köylerden öğrenci toplamak ve tatillerde onları evlerine bırakmak için yaya olarak, kamyonlarla veya at sırtında yaptığı gezilerle tanınmıştır.
Sıdıka Avar, 1901 yılında İstanbul, Cihangir'de doğdu. Babası belediye memurlarından Mehmet Bey, annesi Emsal Hanım'dır. Ailenin üç kızından en büyüğüydü. Annesi genellikle rahatsız olduğu için Sıdıka'da ilk sorumluluk duygusu, diğer kardeşlerine ablalık yaptığı çocukluk yıllarında gelişti. İlkokula mahalle mektebinde başladı, daha sonra Şefik Muhtar Mahalle Mektebi'ne verildi. 12 yaşındayken babasını, daha sonra annesini kaybetti. İki kız kardeşi ile birlikte teyzelerinin yanında kalmaya başladı. Aynı yıllarda Çapa Kız Öğretmen Okulu'na girdi.
1922'de Çapa'dan mezun oldu. Beşiktaş'ta Çerkez Mektebi 'nde öğretmenliğe başladı. Aynı yıl evlendi ve 1924'te tek çocuğu olan kızı doğdu. Eşiyle birlikte İzmir'e taşınan Avar, bir süre Musevi Mektebi'nde çalıştı.
1925'te İzmir Amerikan Kız Koleji'nde Türkçe öğretmeni olarak görev aldı. Bir yandan da beden eğitimi öğretmeni olan eşi Mehmet Bahattin Avar'la, yürüyüş, dağcılık ve diğer sportif çalışmalarda gençlere kılavuzluk yaptı. İzmir Kadınlar Hapishanesi'nde kadınlara okuma yazma öğretimini üstlendi, Salepçioğlu Camii'nde işçi çocukları için açılan el sanatları kursunda görev aldı. İzmir'deki hareketli hayatı bazı çevrelerin tepkisine sebep oldu, hakkında misyonerlik söylentileri çıkarıldı. Avar bunları dava etti.
1924 –1929 yıllarında İzmir'de kalan Avar ve eşi 1929'da bir grup Amerikalı ile birlikte Ankara'ya çağrıldı. Bu grup, Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı bir çocuk oyun ve spor sahası kurdu. Sıdıka Avar sırasıyla Keçiören ve Necatibey Ilkokullarında Amerikalı uzmanların, dönüşünden sonra, eşinin yönetimindeki Çocuk Esirgeme Kurumu çocuk bahçesinde beden eğitimi ve spor çalışmalarında görev aldı. 1937'de eşinden ayrıldı.
Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü'ne girdi. Buradan mezun olunca kısa bir süre Bolu Kız Enstitüsü'nde görev yaptıktan sonra 1939 da Elazığ Kız Enstitüsü'ne öğretmen olarak atandı. Kısa bir süre sonra müdür yardımcılığı görevine getirildi. 1942'de, yeni kurulan Tokat Kız Enstitüsü Müdürlüğü’ne getirildi. 16 Haziran 1943'te Elazığ Kız Enstitüsü'ne müdür olarak döndü. Gerek Enstitü'de uyguladığı eğitim yöntemleri, yönetim anlayışı ve çalışmaları, gerek okulun öğrenci aldığı Elazığ, Tunceli ve Bingöl'ün ilçe, bucak ve köylerinden öğrenci toplamak; tatillerde onları evlerine dağıtmak için hayvan sırtında, kamyonlarla, yaya olarak yaptığı geziler geniş bir ilgi topladı ve birçok yerli, yabancı ziyaretlere, röportajlara konu oldu. Avar, Eylül 1950'de davetli olarak ABD'ye gitti ve incelemelerde bulundu.
Elazığ Öğretmen Okulu'nun kuruluşunda da müdür vekilliği yaparak görev almış olan Avar, Elazığ valisi ile anlaşamadı. Bu nedenle 1954 yılı sonunda Ankara'ya çağrılarak Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü'nde şube müdürlüğüne getirildi. Valinin değişmesi sonucu 28 Ekim 1955'te Elazığ'a geri döndü. Ancak Elazığ'da bazı amirlerle anlaşmazlıkları devam ediyordu. Elazığ'a ilk kez atanışından tam 20 yıl sonra, 1959'da kendi isteği üzerine İstanbul Sultan Selim Kız Enstitüsü'ne edebiyat öğretmeni olarak nakledildi.
27 Mayıs 1960 devriminden sonra Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü'ne getirildi, 2 yıl kadar bu görevde kaldı. Kendi isteğiyle buradan, İstanbul Nişantaşı Kız Enstitüsü edebiyat öğretmenliğine nakledildi. Emekli olduğu 1 Ocak 1967 tarihine kadar bu görevde kaldı. 12 yıllık bir emeklilik hayatından sonra 16 Haziran 1979'da öldü.
Öğretmenlik yıllarının anılarını Dağ Çiçeklerim adlı kitapta toplamıştır.
(Sıdıka Avar'ın anılarından, kızı Bahu Görk'ün Satı Erişen'e yazdığı 19 Ekim 1981 tarihli mektuba ek özgeçmişten, Satı Erişen'in Milli Eğitim dergisi özel sayısında yayımlanan (24 Kasım 1981) "Bir Eğitim Akıncısı Sıdıka Avar" ve Fethi Ülkü'nün Öğretmen Dünyası'nın Haziran 1985 tarihli 66. sayısında yer alan "Sıdıka Avar" adlı yazılardan yararlanılarak hazırlanmıştır.)
NOT: Hikmet Feridun Es'in KIZIMI DA GÖTÜR diye bir anı yazısı vardır, Sıdıka Avar'ı anlatır, bu öyküye ulaşmak için bkz: (1) Serif Aktaş-Osman Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım, Akçağ Yayınevi, 2004, Ankara. (2) Seyit Kemal Karaalioğlu, Sözlü Yazılı Kompozisyon Konuşmak ve Yazmak Sanatı, Vikipedi, özgür ansiklopedi
KIZIMI DA GÖTÜR AVAR
Yıllarca önce İzmir Kadınlar Hapishanesi’nde mahkum kadınlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı. Bir gün maarif müdürünün odasına, zayıf, ufak tefek bir genç kız girdi:
Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim efendim, dedi.
Maarif müdürü şaşırmıştı; karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik de son derece hassas bir insana benziyordu. Müdür bir kere daha hapishanedeki tipleri gözönüne getirdi. Olacak şey değildi!.
Peki hoca hanım bu işle meşgul olacağım, dedi.
İki hafta geçmeden genç kız, soluk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra ince pardesüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli demir kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu.
Hapishane müdürü de, maarif müdürü gibi hayretler içinde idi. O kavgacı, o geçimsiz mahkumlar genç öğretmeni hem sevmeğe, hem saymağa başlamışlardı. Hatta bir kere dersten çıkarken kendisini alkışlamışlardı da. Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu. Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren genç kızın bir müddet sonra acayip bir suçla mahkemeye verildiğini görüyoruz. Hakkındaki isnat: Misyonerlik. Gittikçe kabaran dosyalar mütemadiyen misyoner öğretmenden bahsediyordu. Neler de neler yapmamıştı ki!
İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Atatürk, meseleyi merak etmişti. “Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz.” Dedi. Bütün gece dosyayı inceledikten sonra ertesi günü Avar’ı yanına çağırttı.
Genç öğretmen Atatürk’ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu. Atatürk, bu ufak tefek genç kıza hayretle baktı:
- Misyoner öğretmen sensin, öyle mi? diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça:
- Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi:
- Hayır... Sen misyoner Avar’sın. Bana da senin gibi misyonerler lazım.
Ondan sonra Atatürk fikirlerini açıkladı:
Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi. Genç öğretmen Doğu’ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı. Onları bu cemiyetin potasında yetiştirecek, sonra bu çocukları birer ışık huzmesi halinde köylere gönderecekti.
Sözlerin sonunda:
- Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan, orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini bulacaksın, dedi.
Genç öğretmen içi içine sığmaz bir halde Atatürk’ün yanından çıktı.
İşte yıllar ve yıllardır Avar, Doğu illerinden birinde kız enstitüsü müdürlüğünde, bu inanılmaz işle meşguldür.
Şimdi Elazığ, Tunceli, Bingöl çevresindeki halk, bu ufacık, tefecik kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinden sayısız Avar şarkıları vardı. O, yol vermez geçit tanımaz dağları at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.
Avar, Doğu’da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadını, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:
"Kızımı da Götür, Avar!" diye atın üzengesine yapışıyorlar..
Şehre, Avar’ın okuluna gelen kızı bir kere de üç dört yıl sonra görünüz. Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm...
Hikmet Feridun Es , Hayat Dergisi, 1957